28 Temmuz 2009 Salı

ZÜMRÜTDEN TEPELER

ZÜMRÜTDEN TEPELER



Yeryüzünü temâşa mevsimi tam,

Zümrüt tepelere yaslanmış bahar.

Her yörede şenlik, her yanda bayram,

Buhur buhur sihirli râyihalar...

Canlılık taşıyor akan sulardan,

Nağmeler yükseliyor, kuğulardan,

Vuslat arzusuyla yüksek dağlardan,

Çağıl çağıl denizlere ırmaklar...

Haliçeler gibi her yan rengârenk,

Âdeta bir hülyâ âlemi âhenk!

Ve rüyâlardaki Cennetlere denk,

Ovalar, obalar, altın çayırlar.

Göğe ser çekmiş ağaçlar salınır,

“Hû hû” nağmeleri heryanı alır;

Hergün başka güzellikle ağarır,

Hür maviliğiyle mahmûr sabahlar.

Hayat kesilmiş heryanıyla toprak,

Çiçeklerde tebessüm yaprak yaprak;

Neş’eyle dönüyor devreden bu çark,

Gamze çakıyor sevdâlı ufuklar.

Aşk u şevkin kaynaştığı bu yerde,

Vuslata açılır rûh perde perde;

Ayrı bir hazza erer her emelde,

Vicdanında her ân Hakk’ı duyanlar

KALK YİĞİDİM

KALK YİĞİDİM



Kalk ey yiğit uykudan!

Kalk ki bağrımda nâlân...

Sensiz geçen günlerde,

Dolaştım ben dünlerde

Hep mahzûn ve kederli,

Sen bizi terk edeli.

Yiğidim görün artık!

Görün ki çok bunaldık.

Canlarımız gırtlakta,

Son kelime dudakta:

Gülümse milletine!

Susadık himmetine...

Kalmadı hiç gücümüz;

Bizler bir sürü öksüz

Hep itilip kakıldık;

Eşya gibi satıldık;

Hicran üstüne hicran,

Dahasına yok derman...

Her gece hayâldesin,

Sözlerde, gönüldesin,

Bir ömür boyu böyle..

Bir defa da sen söyle!

Azıcık acı bize!

Yıkılıp geldik dize...

DEVLET-İ EBED MÜDDET

DEVLET-İ EBED MÜDDET

Battı diyorlar, ama bir gün yine doğacak,
Er-geç ışık gelip karanlıkları boğacak..
Saracak nûr üstüne nûr arzı dörtbir yandan,
Kurtulacak insanlık şu binbir hafakandan;
Göz yaşından rahmet bulutları çelik-çavak,
Her yana inci inci damlalar yağdıracak.
Bütün ölüler dirilip çıkacak mezardan,
Ellerinde bir demet gül bu yeni bahardan..
Sonra bir bir ölüm çukurlarını geçecek,
Varıp Hızır’la o sırlı halvete erecek;
Dudaklarında pırıl pırıl kâseler nurdan,
İçecekler "âb-ı hayat" fışkıran pınardan.
Îmânı, aşkı, ümidiyle tam şahlanarak,
Ve bendine sığmayan sel gibi çağlayarak,
Bir yep yeni dirilişe doğru bütün millet..
Dillerde kudsî türkü "Devlet-i ebed müddet"
Kasvet dolu son bir devreyi daha aşacak
Ruhların beklediği zirveye ulaşacak...
Hiç durma yürü gönlünde nûr, dilde hikmet
Yolun sonuna az kaldı; hele biraz gayret!.
Kıvran daha bir süre düşünce azâbıyla!
Ve rûhunda duyduklarının ızdırâbıyla,
Yüksel Sonsuz’a doğru ve milleti de yükselt!
Yükselt ki, biraz ilerde tarih-i şehâmet...

DERTLİ SÎNELER

DERTLİ SÎNELER

Sîneler dertli, ruhlar sıkılmışsa kederden,
Gözler buğulu, gamla inliyorsa geceler,
Ve hele “diriliş” emri gelmişse kaderden,
Her taraf canlanır, herşey “Baharı!” heceler.
Hiç durmaz, hep ümît peşinde yol alır alan,
Yüreğindeki ateş ocaklardakine denk;
Kıvrım kıvrım sonsuza doğru koşar her zaman,
Yol bitip yolcu ışığa ulaşıncaya dek...
Göründü ufukta nûr, karanlıklarda hummâ,
Uçuşuyor yarasalar şaşkın ve elemli;
Gözsüzler için korkulu bir yeni muammâ,
Hicranlı ruhların şafağı olduğu belli.
Yılları gam üstüne gam geçenlere bayram!
Sarsılıyor eski meyhane tâ temelinden...
Geleceğe selâm, gelenlere binler selâm!
Dönüyor şanlı akıncı artık seferinden...

DELİ SANIR

DELİ SANIR

Dost ile dost olmak gâyem,
Başka şey istemez gönlüm!
Aşk u şevk olsun sermâyem,
Tambur-ney istemez gönlüm.
Tek O’nunla dost olayım,
Kadehler gibi dolayım,
Gül bahçesinde kalayım,
Nam almak istemez gönlüm,
Şöhret ü şandan geçeyim,
Nurlu yolunu seçeyim,
Kulu olup hep sekeyim,
Şah olmak istemez gönlüm.
Hem yazımı hem kışımı,
Bırakayım meâşımı (*)
Koyam yoluna başımı,
Can u ten istemez gönlüm.
Sezmesin dostlar hâlimi,
O'na bağlı âmâlimi,
Duymasınlar melâlimi,
“Sen” ve “Ben” istemez gönlüm.
Zaten bir bahtı karayım
İçi-dışı hep yarayım,
Derdim dildâra varayım,
"Kîl"u "kâl" istemez gönlüm.
Kimi beni deli sanar;
Dertli kalbim O’nu anar ..
Şeker-şerbetlere banar,
Başka bal istemez gönlüm.

DA’VÂ ADAMI

DA’VÂ ADAMI

Kıvrım kıvrım Hakk’a uzanan ışıktan yolda,
Benlik adına herşeyini aşan kahraman...
Hilkata âid sırların anahtarı onda,
Büklüm büklüm bir yumak onun elinde zaman.
Durmuş göğe giden yolda rampalar kuruyor,
Ermiş Hızır’la bir sırlı halvete önceden..
Gelip geçenlere şafak mesajı sunuyor,
Bağrında tek ışığın çakmadığı geceden...
Elinde meş’ale, saçıyor nûr üstüne nûr,
Kandiller sıra sıra geçtiği her bucakta;
Atlas iklîminde her dem üfül üfül huzûr,
Tütüyor anber kokusu tüten her ocakta.
Ve yeşeriyor uğradığı yerler ardından,
Nârâ atıyor ovalar, vâdîler, yamaçlar...
Rüzgâr bahar kokusuyla esiyor her yandan,
Artık dirilip doğruluyor otlar, ağaçlar.
Sonsuz’la içiçe onun düşünce dünyâsı,
Dilinde bir yanık türkü, gönlünde heyecân;
Gözlerinde rengârenk âhiret haritası,
Benliğinde nokta nokta ötelere imân...

ÇOCUK

ÇOCUK

Göğüslerde koklanıp okşanacak tomurcuk,
Üfül üfül esen tertemiz râyihasıyla;
Ötelerin en büyük armağanıdır çocuk,
Masmavi dünyâsı, neş’e tüten havasıyla...
Millet ulu bir çınar, çocuksa bir çekirdek,
Atkılar salar her yandan toprağın bağrına;
İşlediği iş, Fâtih ordularınkine denk,
Her tohum bir başka iklimi alır ağına...
Çocuk bir neş’e kaynağıdır yuvada inan!
En tatlı nağmeler gibidir soluğu -sesi..
Çocuksuz yuva eksik, onsuz mutluluk yalan,
Tıpkı Cennet meltemlerine benzer nefesi...
Goncalar gibi tebessüm eden çehresinde,
Ardarda başka güzellikler tüllenir durur..
Çocukla seslendirilen hayat bestesinde,
Ebediyet âleminden şarkılar duyulur.
Yuva çöl gibidir filizleninceye kadar,
Tomurcuklar arasında ev Cennet’e döner..
Filizlere giden yollar kapalıysa eğer,
Millet pâyimâl olur, yuva devrilir-gider.

ÇIRAĞ PERİŞAN

ÇIRAĞ PERİŞAN

Sus da bir kulak ver arzda her sese,
Bir başdan bir başa dünyâ perişan.
Sarmalanıp konmuş inanç ****se,
Gözü damla damla semâ perişan...
Nesiller arası korkunç uçurum,
Ölülere azâp yerde bu durum..
Fiyakalı bir iş, her gün oturum,
Dertlere dermânda edâ perişan.
Cemiyet derbeder, vatan sahipsiz,
Bilmeyen bilmiyor, bilenler hissiz;
Kalmamıştık böylesine kimsesiz!
Düşünceler sisli, dimağ perişan.
Dertli sîneler var sır tutar demez,
Alev alev ama, şikâyet bilmez.
Bunlar da olmasa hiçbir dert dinmez,
Duman duman yanan çırağ perişan...

ÇEKİŞEN DÜNYÂLAR

ÇEKİŞEN DÜNYÂLAR

Acıyan O, gözeten O, gerisi hep hissiz,
Bir tane merhametli, bir sürü merhametsiz.
Kalbler derin bir şevkle O’nu hecelemekte,
İnançsız dimağlarsa, ömür boyu hayrette:
Yapayalnızlar, beşikden tâ mezara kadar,
Bu kara yalnızlıkda bir yığın ızdırâp var...
Dünyâ derin bir kuyu, sonu ölüm çukuru,
Yollar zaman tüneli, boru içinde boru.
Önde karadelik, arkada ölüm ejderi,
Ne bir adım ileri, ne de bir adım geri...
Ufku şafak bilmez, hazan sarmış baharını,
Bedbinlik, ümîdsizlik karartmış her yanını.
Bizim ufkumuzda renkler: Mavi, kırmızı, mor,
Heryerde renkden cünbüşler O’nu heceliyor.
Çevremiz pırıl pırıl nûr, buğu buğu huzûr,
Gök-yer raksa gelmiş her yanda ayrı bir sürûr!..
Kevserler çağlıyor, kevserler etrafında biz,
Suyu kesilmez çeşme akıyor sessiz sessiz...
Koş, yetiş sen de ışık ordusuna ve kurtul..!
Kulluklardan sıyrıl, sadece Allah’a kul ol!
Herşeyde bir ölgünleşme , herşeyde tükeniş,
Tek bir yol var: Ölümsüzler kervanına yetiş!

ÇARKIMIZ

ÇARKIMIZ

Bozulur her dümen vakit dolunca,
Bu “Ak nizam” sürer-gider âhenkle..
Dönüyor çarkımız yollu yolunca,
Geceler gündüze döner âhenkle.
Aşıp tepeleri çıkınca düze,
Bize bayram; mâtem olur köksüze..
Hasımlar gelince bitevî dize,
Işık karanlığı siler âhenkle.
Atıldığı gibi gidecek inan,
Tarihe savrulan o büyük yalan!
Şafak ortalığı sardığı zaman,
Ünümüz göklere erer âhenkle.
Yurdun evlatları bir bir dönecek,
Asırlık mahzûnlar o gün gülecek.
Hızır, Musa bir araya gelecek,
Ve artık bu devir sürer âhenkle...

CANLI İRADELER

CANLI İRADELER

Meltemler gibi üfül üfüldür bazen kader;
Zaman zaman da bir poyraz gibi zorlu eser...
Koca dağlar önünde toz-duman olur gider,
Ayakları baş, başları da yerle bir eder.
Bazen olur dertli sîneleri okşar geçer;
Bir bakarsın mutlu çehrelere gamlar serper...
Bir sırlı program ki, aslâ aklımız ermez,
Sırlara açık ruhlardır ki hiç dize gelmez.
İnan ve şaşkınlığa düşüp sakın yıkılma!
Güzellere göz kapayıp çirkine takılma..!
Dağların güneşe baktığı gibi O’na bak!
Hep nûrunu kolla, zulmeti bir yana bırak!
Ârifler gibi dön-dur hâdiseler içinde!
İyi yanlarını gör zevkin de, kederin de..!
Gamı-tasayı bırak.. irâden canlı ise!
Ümît kaynağı ol, olabilirsen herkese!
Bir âsûde bucak arayan hep sana koşsun..
Girenler iklîmine şevk u târâbla coşsun.

BÜYÜK ÇİLEKEŞ

BÜYÜK ÇİLEKEŞ

Kan ter içinde yaşadın kan terdi pazarın;
Yokdu vefâdârın...
Sînelere çarpıp geçiyordu âh u zârın..
Ateşten efkârın...
Mağmâlar gibiydin yalnız kaldığın günlerde..
Derdin perde perde;
Hasretle geçip gitti hicrân dolu anların;
Müthişdi kararın:
Nurlar yağıp karanlıkları boğuncaya dek,
Bu kavga sürecek..!
Aşk rehberin olmuştu, mefkûren de dildârın;
Coşkundu esrârın...
İnleyip dolaştın çöllerde.. çöldü her yöre:
Ova, dağ ve dere...
Bahar müjdelemiştin, tüllenmeden baharın,
Ümitten diyarın..
Göçüp gittin bir gece tan yeri ağarırken..
Ak horoz öterken...
Hep anıp durmuştun, erdin vuslatına Yâr'ın..
Gönüller mezarın...

BÜLBÜLÜN ÇIĞLIĞI

BÜLBÜLÜN ÇIĞLIĞI

Bülbül hep kuytu bahçelerde öter,
Çiçeklerin raksettiği demlerde...
Her nağmesi bir poyraz olur eser,
Gariplerin dolaştığı yerlerde..
Feryâdı sînemdeki âhlara denk..
Ve bayırlarda perde perde sesi;
Dövünür tâ güneş doğuncaya dek,
Alevden demetler tıpkı nefesi...
El değmedik ağaçların başında,
Bir ömür boyu hiç durmadan inler;
Hüzün çağlar gözlerinin yaşında,
Kim görür, kim anlar ve kimler dinler!?

BÜLBÜL ÖTMESİN

BÜLBÜL ÖTMESİN

Yok artık işim güller, çemenler, lâlelerle,
Aynı görüyorum karanfili yâseminle...
Duyduğumdan beri râyihasını sonsuzun,
Bir dünyâ ki, ölümle sona ermez; upuzun...
Kalmadı gözümde ne renk ne ziyâ sevdâsı,
Yeryüzünün ak zambakları, mor papatyası.
İsterse hiç açmasın tepelerde çiçekler,
Uçuşup, çiçeklerle oynaşmasın böcekler..
Ötmesin hiç bülbüller, uçmasın kelebekler,
Şimdi rûhum renkler ötesi birşeyler bekler.
Gönlümde ağaran o kutlu günün sabâhı,
Gördüğüm, günler arasında günlerin şâhı...

BU YİĞİTLER

BU YİĞİTLER

Bir tulû’ kadar gurûbu seyretmek de tatlı,
Rûh, bir kısım sihirli duygularla kanatlı..
Her gurûb, bir tulû’a emâre bu âlemde,
Karanlığın arkasında ışıktan bir perde.
Geceleri gökler pırıl pırıl çehresiyle,
Hep bir türkü söyler o müthiş hendesesiyle.
Sessiz, durgun ve dupduru iklîmiyle semâ,
Bize göz kırpar.. arkasında ayrı bir dünyâ...
Hazân kış güftesiyle gelir, bestesi bahar,
Karın-buzun bağrında mayalanır çemenzâr!
Gurûbda sırlı renklerle tüllenir yamaçlar,
Öteden gölgeler gibi salınır ağaçlar..
Bir başka âlemden gelip sarkmış gibi dal dal,
Herbir dalda ebediyeti seyreder hayâl...
Bir gizli pancur açılmış gibi ötelerden,
İnsan sıyrılabildiği sürece kendinden;
Uhrevî besteler duyar gönlünün sesinden..
Cennet nağmeleri dinler kendi nefesinden.
Coşar ve şahlanır ruhlar vuslat hayâliyle,
Yârın ışıklarla süzülen yâl ü bâliyle...
Ruh bu rüyâ âleminden uyanmak istemez;
Bu âleme erenler aslâ geriye dönmez!
Gözleri süzgün, O’nu görür, O’nu sezerler,
Ellerinde aşk kâsesi hep mahmûr gezerler.
Sonsuzluk şarabıyle sermest ebedî rindler,
Her zaman ışık türküsü söyler bu yiğitler...

BU ÜLKE

BU ÜLKE

Zulüm paletlerinin arkasından...
Bu ülkede “han sarhoş hancı sarhoş,”
Yanıp gitmiş başakları biçilmez.
Sular akar isli-paslı ve nâhoş,
Yosun tutmuş pınarları içilmez.
İnsanlarda heyecandan eser yok,
İsyan içinde aç, nankörlükte tok..
Ölmeden gömülmüş ararsan pek çok,
Hortlaklar diyarı yollar geçilmez.
Ak geçmişten kalmamış nâm u nişân,
Yıkılmış köprüler yollar perişân;
Acı bir rüyâ bizlere ulaşan,
Yalan - gerçek birbirinden seçilmez.
Târih bir koyda yanıp sönen fener,
Birkaç harâbe, bir-iki de kemer;
Üst üste devrilen bütün değerler,
Bir daha ya dikilir ya dikilmez.

BİZLER DE DİRİLECEĞİZ

BİZLER DE DİRİLECEĞİZ

Bu ülke ki gâzîler şehîdler diyârıdır,
Bütünüyle bize cedlerin armağanıdır.
Cennetleri andıran bağ ve bahçeleriyle,
Ovası obası zümrütden tepeleriyle;
Muhteşem geçmişin değerli yâdigârıdır.
Yâkut sütunlar üstünde fîrûze kubbeler,
Dört bir yanda şâha kalkmış gibi minâreler;
Hiç eskimeyen bir ma’nâ ile hâlâ süzgün,
Gökde yıldızlarla mahyalaşan o şanlı dün
Ki sönük bir rüyâdır yanında efsâneler...
Ne şarklı İsfendiyâr ne garbın İskender’i,
Hayâl edememişti bu dünyâyı hiçbiri..
Âlem henüz karanlıklar içinde yüzerken,
Ermiştik uhrevî aydınlıklara çok erken..
Ve seyrediyorduk buradan tâ öteleri
Şimdi hazân vurmuş bu lâle bahçesinde biz,
Ümît ve inkisârla yutkunuyoruz sessiz..
Hülyâlarımızda bir yeni şafaklar çağı,
Hergün daha aydınlık görüyoruz varlığı;
İhtimâl ki birgün bizler de dirileceğiz...

BİR KAŞIK İRFÂN

BİR KAŞIK İRFÂN

Haberi yok çoğunun bu yaşanan dünyâdan,
Hezeyanla geçiyor sabahlar ve akşamlar.
Seyrediyor varlığı sisli-paslı bir camdan,
Dolapda dönen yolda, yolunu kesmiş yollar...
Birşey gördüm sanıyor, gördüğü sis ve duman,
Zannınca yol alıyor, mesâfeler ayarsız;
Bir ömür boyu alıp satıyor hiç durmadan;
Ama, kantarlar vefâsız, kıstaslar vefâsız...
Gerçeklere kapalı rüyâlarla avunur,
Büyüklüğü sadece ikindi gölgesinde;
Alternatif yokluk, yoklukta çalım ve gurur,
Derenin dibindeyken, dağların zirvesinde...
Âlemi hor görme, bencillik, kibir ve caka,
Küçüklüğe emâre ne varsa hepsi onda.
Ne halka yararlı bir işi var ne de Hakk’a;
O pesbayağı ruh, görünme sevdâsında.
Çehresine bakarsan kömür elenmiş gibi,
Ma’nâsız bakışlarında Mecnûn’ca gülüşler;
Bir kaşık çalsan irfânına görünür dibi,
Sırf bir aldatmaca o aydınca görünüşler.

BİLİR

BİLİR

İddiâdır görmemişin haberi,
Herşeyi rûhuyla görenler bilir.
Ermemişde yokdur bilgi eseri,
Hakk'ın sırlarını erenler bilir.
Hakikat semtine varmayan bilmez,
Sırr-ı “allemnâ” (*) yı görmeyen bilmez,
Mârifet güllerin dermeyen bilmez,
O’nun has bağına girenler bilir.
Dünyâyı dolaşan seyyahlar değil,
Alev alev yanan emrâhlar değil,
Mihrab değiştiren ham-ruhlar değil,
“Yâr yâr” diyerek can verenler bilir.
Aşk yolunda hep itilip kakılan,
Yığın yığın belâlara takılan,
Horlanıp ve hor gözlerle bakılan,
Şânını yollara serenler bilir.

BENİ YALNIZ BIRAKMA

BENİ YALNIZ BIRAKMA

Gönlüm gözüm Sen’in ile açılır,
Geçilmezler Sen’in ile geçilir,
Adın anılınca nurlar saçılır;
Doğ rûhuma beni hasretle yakma!
Hak aşkına kulun yalnız bırakma!
Ben bir kapıkulu, Sen de Sultansın,
Yolda kalmışlara Haktan emansın,
Ben bir cesed isem, Sen onda cansın;
Doğ rhuma beni hasretle yakma!
Dost aşkına kulun yalnız bırakma!
Âşıklar ararlar Sen’i her yerde,
Dudağın şerbeti dermandır derde..
Ben bir dertli isem dermanım nerde?
Doğ rûhuma beni hasretle yakma!
Hak aşkına kulun yalnız bırakma!
Bir yüzü karayım pek çok vebâlim,
Düşe-kalka, kalmadı hiç mecâlim..
Bilmem ki ötede ne olur hâlim..?
Doğ rûhuma beni hasretle yakma!
Hak aşkına kulun yalnız bırakma!
Bir zaman mevsimler bütün bahardı,
Korkarım o günler bir bir karardı..
Merhamet! Yollarım bir sarpa sardı..
Doğ rûhuma beni hasretle yakma!
Dost aşkına kulun yalnız bırakma!

BENİM RABB’İM

BENİM RABB’İM

Benim Rabb’im benim Rabb’im;
Sen’den başka yoktur Rabb’im!
Dostluğunda vefa gördüm;
Sen’in vefan çoktur Rabb’im!
Kapında bendeler Sen’in,
Muradı Sen’sin cümlenin,
Aradan kaldır hicabı,
Görsünler cemâlin Rabb’im.
Ma'rûfsun bilinmez Zât’ın,
Herşeyi kaplamış tahtın;
Görenler görmüştür Sen’i,
Gözsüzlere pinhân Rabb’im!
Bildim diyenler aldandı,
Bilmeyenler nâra yandı;
Gönlümde kenzen bilindin;
Âşıklara sübhân Rabb’im!
Ruhlara ışıktır adın,
Meclislere huzûr yâdın,
Ariflerin son durağı,
Dertlilere derman Rabb’im!
Cürmüm pek çok yok tâatim,
Belki yaklaştı saatim,
Etmezsen inâyet eğer
Kimden ola gufran Rabb’im!

BEKLENEN NEVBAHAR

BEKLENEN NEVBAHAR

Mevsim döndü birdenbire bahar oldu hazân,
Gül kokularıyla esiyor esince rüzgâr.
Sonsuzluğa doğru akıyor tül pembe zaman,
Az ötede muhteşem günün şehrâyini var...
Pas tutmuş gündüzler artık bir bir çözülüyor;
Kara-buza inat ufukta sımsıcak bir yaz..
Her yörede murat üveykleri süzülüyor,
Rüyâları masmavi, ufukları bembeyaz...
Keşke güneş batmasa, asla gece olmasa!
Yollar eklense uç uca ötelere kadar!.
Karanlık bassa da, zeminin rengi solmasa!
Bir daha yalnız kalmasa asırlık yalnızlar..!
Doğan şu renk renk sabah sürsün asırlar boyu!
Yaşayalım hülyâlarımızı doya doya..
Ve hazır ısınmışken karanlıkların suyu,
Dalmasın irâdeler o öldüren uykuya...
Kızıllık yaslandı gurûba gayri zor işi,
Diyalektik yanıyor içinden mangal gibi..
Devriliyor peş peşe bâtılın dördü beşi,
En son göründü yalancı hülyâların dibi...

BAYRAM SEVİNCİ

BAYRAM SEVİNCİ

Ölüm ayrılık ama, bize bayram sevinci,
Hoşnud ise Yaradan yolda bulunmuş inci.
Gözsüzlere bu dünyâ bir güzellik meşheri,
Germiş ağını her yörede ayrı bir peri...
Bu büyülü iklime kendini salan insan,
Serâzâd arzular içinde.. ve zaman zaman;
Rûhunu sarar simsiyah perdesiyle yokluk,
İnkârcı ruhlar için her zamanki burukluk..
Ölüm bize dümdüz yol, onlara bir sarp yokuş;
Hak'ka varan yollarda yokuşlar bile pek hoş...
İnançsızın murâdı her zaman kâf dağında,
Dünyâ irem olsa da onunki sel ağında.
Bizde yatar kalkarız tıpkı ekinler gibi,
Onlarda devrilme ölüm, sarsan yel bir tipi...
Doğrulun kör yığınlar, doğrulun O’na dönün!
Gelmeden akın-karanın ayrılacağı gün...
Yaradan bağışlar, rahmeti kahrından artık,
Biraz döğünün kapısında ağlayın artık!
Ceyhun olan göz yaşı eritir dağı-taşı,
Gönülde hüzün ağı her ibâdetin başı...
Geril ibâdetle, uç semâvî ülkelere!
Ve eğilmesin başın yerdeki gölgelere..!
Yolda ölüm olsa da, bize bayram sevinci,
Hoşnud ise Yaradan yolda bulunmuş inci...

BAHAR TÜRKÜSÜ

BAHAR TÜRKÜSÜ

Mevsim gelince bir bakarsın nevbâhar olur;
“Gül açar, bülbül öter” heryer lâlezâr olur.
Binbir râyiha ile soluklanır çiçekler,
Sermest dolaşır bu iklimde kuşlar, böcekler...
Ağaçlar semâa kalkar, okşar-geçer rüzgâr,
Rüzgâr nağmeleriyle herşey rakseder-oynar.
Ölümün ümîtle gülümsediği bu yerde,
Bahar, Cennet’in çehresinde ince bir perde.
Bu perdeyi aşan rûh Sonsuz’la bütünleşir,
Burada insan bütünüyle uhrevîleşir.
Artık çok sarp görünse de yollar ötelere,
Ne gam! Uçup gitmiş ruhlar için Cennet’lere...
Ufuklar daralsa, dünyâ sıksa da insanı,
Bambaşka genişlikler verir ona îmânı.
Arayanlar bulur burada sonsuz sükûnu,
Anlar ancak inançla gerilen ruhlar bunu...
Bir başka türlü bâdeyle mahmûrlaşan gözler,
Baharı seyreder ve Cennetlerde gezerler.
Ölürken de bunlar tohumlar gibi ölürler..
Sonra öteki baharda birbir dirilirler...

BATI HAYRANLIĞI

BATI HAYRANLIĞI

Batı şokunun sarsdığı günler...
Batı hayranlığı sis gibi ruhları sardı,
Tıpkı bir ölüm şoku insanımızın hâli;
Ülkenin geleceği karardıkça karardı,
Kimlerin omuzunda nesillerin vebâli?
Batı illizyonu bitevî ruhları sardı.
Mesâfelere takılmış iddiâlı ruhlar,
Fânus içinde yanan yalancı mumlara denk.
Şerit değiştirip duran bu şaşkın gürûhlar;
Hedefe varamayacaklar ölünceye dek,
Mesâfelere takılmış iddiâlı ruhlar...
Yüce Yaradan’a karşı küstahça bir yarış,
O’nun icraâtına rekâbet sevdâsında..
Kendi işinde alınan yol henüz bir karış,
Zavallı hiç aşılmaz bir yolun cefâsında:
Yüce Yaradan’a karşı küstahça bir yarış...
Fezâda milyonlarca ışık yılı her yana,
Görüp sezdiklerin nedir bu müthiş boşlukta?.
Bildiklerinle Hakk’ı ilân düşüyor sana..
Yoksa boğulacaksın bu ürperten çoklukta..
Fezâda milyonlarca ışık yılı yanyana...
Seni Yaradan’a ulaştırmayan mârifet,
Rûhuna şaşkınlık verir ilimler adına;
Öğrenip ışığa ermektir en büyük hikmet..
Sanmam insanoğlunu erdirsin murâdına,
Onu Yaradan’a ulaştırmayan mârifet...
Gözlerini kapayıp gerçeği görmeyenler,
Asırlarca koştular bir serap arkasında.
Bugün kalplerindeki ışığı söndürenler,
Anlayacaklar dünyânın öbür yakasında,
Gözlerini kapayıp gerçeği görmeyenler.!

BAŞKASINI

BAŞKASINI

Bir göz ki görmüş O’nu o görmez başkasını.
Bir can ki duymuş O’nu, o anmaz başkasını.
Yanıp yakılan insan, birkaç kere bir anda;
Sînesi kebâb ise, istemez başkasını.
Aşktır gönül üstâdı, döver rûhu havanda,
Bekleyip bulmuş ruhlar beklemez başkasını.
Gönül tahtların tahtı, Süleymânı muhabbet,
Muhabbete yol bulan, aramaz başkasını.
Her işi başka cevir bu ma’şûk u pür hiddet,
O’nda varlığa eren, var saymaz başkasını.
Biz O Şâha kul olduk, kulluğu cihân değer,
Kullukta fahir bulduk, bilmeyiz başkasını.
Bulduk en bulunmazı, eşi olmayan cânân,
Güzelliği nümâyân, görmeyiz başkasını.

BAŞI TUTAN GAFİLLER

BAŞI TUTAN GAFİLLER

Üç beş şımarığın çılgınca mâcerâsına,
Kurban gitti millet, gitti Batı vebâsına.
İnsanlar doğranıyor, insanlarda sessizlik,
Bu ne hal İlâhî, nedir bu korkunç hissizlik?
Yanıyorken babasının yandığı ateşde,
Yok küçük bir gayret; yok olduğu kadar leşde...
En korkunç ümitsizlikle giderken ölüme,
Her şeyiyle pâymâl, her şeyiyle lime lime...
Meskenet içinde ölüyor önce vicdânı,
Sonra zilletle çıkıp gidiyor murdar canı.
Sanmam ola, insan için daha büyük hüsrân;
Kalmamış zerresi irfânın kör olmuş iz’ân.
Birgün mâzînin o masmâvi semâlarında,
Rengârenk bayraklaşan rüyalarla ard-arda..
Durmadan güvercinler gibi kanat çırparken,
Yollar çığlık oldu inledi, bir sabah erken,
Dertle inledi sîneler, inledi derinden,
Ak kervan artık dönmeyecekti seferinden

AYYÜZLÜ

AYYÜZLÜ

Ay yüzlüm, apaçık sözlüm rûhum Sana kurban;
Gönlüm Sana hayran!
Nergis bakışlarının te’siri ne de yaman!
Sultânım el amân..!
Bak sînemde bir ok var, derûnumda bir acı,
Sen’dedir ilâcı...
Ey varlığı nûr, dünyâsı sürûr, sözü Kur’ân!
Her derdime derman...
Pür âteşim bırakma beni hicranda zinhâr!
Rûhumda âh u zâr...
Hem mahzûn, hem de perişan derdlerle kıvrandım;
Kapına dayandım!
Bilmem başka ocak, başka ateş, Sana yandım;
Sen’inle uyandım.
Ey dünyâya arşdan gelen nûr, ey meh-i tâbân!
Aydınlattı ziyân...
Hayâlimle gezip yine dîdârını andım;
Aşkınla kıvrandım.
Ey taptâze gül, kâkülü anber, saçı reyhân!
Câziben ne yaman!
Görmemiştir cihânda gözler Sen gibi dilber...
Güneşlerden enver...
Aç lütufla bağrını aç ki kıtmîr kulundur!
Dergâhın uludur...
Deryalar gibi kereminden bir katre ihsân,
Ey gönlüme Sultân!
Lütfeyle ne olur bildiğim başka kapı yok!
Derdim herkesden çok.

ATEŞTEN SÎNELER

ATEŞTEN SÎNELER

Ateşten sîneleriz alev dokunmaz bize;
Kor kesilip gitmiştir gelenler semtimize...
Sararmıştı benizler yüzümüzü görmeden,
Dize gelmişti düşman murâdına ermeden.
Ruhlarına azâbız, onlar bilirler bizi,
Şimşeklerle yarıştık tanırlar hepimizi.
Azgınların başında sindirici cezâyız;
Dostlara dost isek de, düşmanlara ezâyız!
Kulaklarda çağıltı mâzî gibi ırmaktan,
Dize geldi bayraklar ay-yıldızlı bayraktan.
Hasımlara tûfândık; nûr etdik çevremizi,
İsterseniz bir sorun şanlı mâzîye bizi...
Şimdi dinmiş olsa da, ruhlarda heyecânlar,
Mutlaka tutuşacak, o eskiki akkorlar...

ATEŞDEN ÇEMBER

ATEŞDEN ÇEMBER

Gecem hem gündüzüm ateşten çember,
Yüreğimde sızı inceden ince.
Dilimde dildârın hayâli ezber,
Yer yer tülleniyor geceden gece...
İçimde tınlıyor firkat bestesi,
Sarsılıyor her an gönül kubbesi;
Uzaktan geliyor hicrânın sesi,
Çarpıyor rûhuma heceden hece.
Sarardı baharım, hazâna döndü;
Tam vuslat deminde ışığım söndü.
Ay yüzlü gidip hicâba büründü,
Açılmaz nikâbı peçeden peçe...
Harâboldu dünyam; heryer kan ağlar,
Kurudu çemenler bozuldu bağlar.
Hazân eser, eser rûhumu dağlar,
Savrulur güllerim gonceden gonce...

AŞILMAZ

AŞILMAZ

Ah edip ağlamadan,
Sîneler dağlamadan,
Su gibi çağlamadan,
Bu dağlardan aşılmaz!
Cânı cânânı vermeden,
Fakr ile fahr’a ermeden,
Yokluğa kanat germeden,
İmkânsız yollar aşılmaz!
Kafada düşünce, sînede îmân,
Gönülde heyecan, hislerde tûfan,
Ve binbir ızdırâp, binbir hafakan,
İçini sarmadan çöller aşılmaz!
Ötelere gönül gözü açmadan,
Pervâz edip dost eline uçmadan,
Benliğine kıvılcımlar saçmadan,
Sarp yokuşlu bu yollar hiç aşılmaz!
Ölüp ölüp dirilmeden,
Hergün bin kez gerilmeden,
Canda öze erilmeden,
Şekler, gümânlar aşılmaz!
Sine kebap olmadan,
Vakit-mîat dolmadan,
Sen, senden kurtulmadan
Dere tepe aşılmaz!
Yolcu buruk baş gerek,
Gözde daim yaş gerek
Huy biraz yavaş gerek,
Yoksa yollar aşılmaz!

AKYOL

AKYOL

Gördüm nurlu geleceği rüyâmda bir gece,
Işıklar yağıyordu her tarafa sessizce...
Âhenkle işleyen bir saat gibiydi işler;
Bir bir silinip gitmişti asırlık teşvişler...
Ve herkes birbirine yürekten bakıyordu;
Somaki musluklardan kevserler akıyordu.
Tertemiz çehreleriyle geçerken kudsîler,
Ümitlerimize bir bir fer salıp geçtiler.
Yeni bir dünyâ kuruyorlardı; harıl harıl...
Her taraf gökle yarışır gibi.. pırıl pırıl!
Geçtikçe tekmil bu şimşek bakışlı yiğitler,
Anladım; muştusu verilen zamanmış meğer.
Civanlar gördüm yüzlerinde gariplik rengi,
Hükmettim ki bunlar, o ilk kudsîlerin dengi.
Dolaştım her tarafı usanmadan, bezmeden;
Ziyâ içenlere erdim bir ulu çeşmeden...
Şükranla gerilip gezenler vardı kolkola..
Sonra teker teker ulaştı herkes AKYOL’a...

AK VE KARA

AK VE KARA

Apaydınlık bir dönem, kol kol gezen güneşler,
Semâda yüzüp giden kehkeşânlara inâd.
Her bucağı İrem Bağları’na denk o günler,
Gök kuşağı gibi zafer tâklarıyla âbâd...
Sonra bir kâbuslu devir ve aranan dünler
Firavunlaşdı herkes firavundan da berbâd.
Harâb oldu her taraf, soldu çiçekler, güller,
Bülbülün dilinde dinmeyen yeisli feryâd.
Gökler gamlı, bulutlar küskün, kurudu göller,
Virânelere döndü her yan, simsiyah eb’âd.
Yine rüyâlarda kor, tütüyor eski günler
Mışıl mışıl döl yatağında milletçe murâd...

AKINCI TÜRKÜSÜ

AKINCI TÜRKÜSÜ

Atlasdan cepkenli yiğit akıncı!
Dönmedin geriye bunca yıl oldu.
Gözlerim yollarda ruhumda sancı,
Elimde güllerim buruşup soldu.
Gezdiğim yerlerde hep seni sordum;
Şimdi gelir diye hayâller kurdum.
Günler geçti ben: “Yarın!” deyip durdum,
Bin hafakan sînem boşalıp doldu...
Ger dizgini artık, şahlansın atın!
Ger ki, va’dedilen günler pek yakın!
Ufukta bahar var, unutma sakın!
Zulmet silindi her yöre nûr oldu.

Aman Afveyle Allahim

Aman Afveyle Allahim

Gİzlİ GÜnahlarim Çoktur,huzurunda YÜzÜm Yoktur
İlahİ Rahmetİn Çoktur Aman Afveyle Allahim

Rahmetİne Ümİt Varim Aman Afveyle Allahim
Rahmetİne Ümİdİm Var Aman Afveyle Allahim

GÜnahim Çok YÜzÜm Kara Aman Afveyle Allahim
Onun İÇİn YÜreĞİm Yare Aman Afveyle Allahim

GÜnahimi Bİlen Sensİn Feryadimi Duyan Sensİn
Ümİdİm Var Afv Edersİn Aman Afveyle Allahim

Biz Bu Gülistanın Bülbülleriyiz

Biz Bu Gülistanın Bülbülleriyiz (Hüseyni)

Biz Bu Gülistanın Bülbülleriyiz
Bahçe-i Rindanın sünbülleriyiz

Biz secde ederiz Cemal-i yare
Vuslata olamaz başka bir çare

Biz gayret ile maksuda ereriz
Fırsat bulup gülistana gireriz

Biz münkiri müminlerden seçeriz
Mal-u canı terkeyleyip geçeriz

Biz el elel verip Hakka gidelim
Gelin gönülleri tavaf edelim

AMAN ÇEŞME

......AMAN ÇEŞME......

Aman çeşme canım çeşme
Sen Ahmedi görmedin mi?
Biraz önce abdest aldı
Şu karşiki camiye sor

Aman cami canım cami
Can Ahmadi görmedin mi?
Biraz namaz kıldı
Şu karşiki çarşıya sor

Aman çarşı canım çarşı
Nur Ahmedi görmedin mi?
Biraz önce kefen aldı
Şu karşiki kabire sor

Aman kabir canım kabir
Muhammedi görmedin mi?
Şimdiye dek sizin idi,
Şimdi ise bizim oldu

EBEDA

EBEDA

Yarab haberin nereden alalım
Bir kamil mürşide varalım
Hakkın yoluna kurban olalım

Bir anda sabah olmaz ebeda
Gözüme uyku girmez ebeda
Gönlüm teselli bulmaz ebeda

Gönül kuşunu eyleyemedim
Dünyaya mesken bağlayamadım
Yandı yüreğim ağlayamadım

Bir anda sabah olmaz ebeda
Gözüme uyku girmez ebeda
Gönlüm teselli bulmaz ebeda

Tazedir solmaz Hakkın gülleri
Mestane gezer saadet kulları
Gayet incedir Hakkın yolları

Bir anda sabah olmaz ebeda
Gözüme uyku girmez ebeda
Gönlüm teselli bulmaz ebeda

Yarabberrahim Ey lütfü Kerim
Yoluna kurban canım var benim
Yarab sen varken kime gideyim

Bir anda sabah olmaz ebeda
Gözüme uyku girmez ebeda
Gönlüm teselli bulmaz ebeda

BİR GÜNEŞ DOĞUYOR

BİR GÜNEŞ DOĞUYOR

Zalimler zulmüne, kafirler küfrüne
İnat edip devâm etse
Allah nurun tamamlar, çünkü bir vaadi var
Kafirler istemese bile.

Bir güneş doğuyor, bir güneş Cezayir'de
Bir güneş doğuyor, bir güneş Filistin'de
Bir güneş doğuyor, bir güneş Türkiye'de
Bir güneş doğuyor, bir güneş ülkemde.

Mekkede başladı bu diriliş muştusu
Bugün de devam eder
Allah erleri canlarını seve seve
Rahman'a teslim eder

Bir güneş doğuyor, bir güneş Cezayir'de
Bir güneş doğuyor, bir güneş Filistin'de
Bir güneş doğuyor, bir güneş Türkiye'de
Bir güneş doğuyor, bir güneş ülkemde.

Onun için yaşamak güç veriyor bize
Ve yolunda şehit vermek
Meleklerle konuşup semaya yükselmek
Ne güzel Resul'ü görmek.

Bir güneş doğuyor, bir güneş Cezayir'de
Bir güneş doğuyor, bir güneş Filistin'de
Bir güneş doğuyor, bir güneş Türkiye'de
Bir güneş doğuyor, bir güneş ülkemde.

Yalvar kul Allah'a yalvar

HAK YARAB

Canı gönülden seversen
Yalvar kul Allah'a yalvar

Maksuda ermek istersen
Yalvar kul Allah'a yalvar

Hak Yarab yalvar
Kul Allah'a yalvar

Geceler uykudan uyan
Gizli sırlar olsun ayan

Mahrum olmaz Allah diyen
Yalvar kul Allah'a yalvar

Hak Yarab yalvar
Kul Allah'a yalvar

Tanı gafil kendini tanı
Niçin yarattı Hak seni

Azrail'e tatlı canı
Verdiğin gün inanırsın

Hak Yarab yalvar
Kul Allah'a yalvar.

BİZLERİ DE MAHRUM EYLEME ALLAH

BİZLERİ DE MAHRUM EYLEME ALLAH

Durmaz yanar vücudum Allah
Bizleri de mahrum eyleme Allah
Sensin benim maksudum Allah
Bizleri de mahrum eyleme Allah

Gül bülbülün ormanı Allah
Ver derdime dermanı Allah
Şükür erdik bugüne Allah
Bizleri de mahrum eyleme Allah

Halas eyle narından Allah
Ayırma didarından Allah
Cennette cemalinden Allah
Bizleri de mahrum eyleme Allah

Kandiller yana yana Allah
Dervişler döne döne Allah
Son nefeste imanından Allah
Bizleri de mahrum eyleme Allah.

GÖÇTÜ KERVAN

GÖÇTÜ KERVAN

Nice bir uyursun, uyanmaz mısın?
Göçtü kervan, kaldık dağlar başında.

Çağrışır tellâllar, inanmaz mısın?
Göçtü kervan, kaldık dağlar başında.

Yunus sen bu dünyaya niye geldin
Gece gündüz Hakk'ı zikretsin dilin

Evliyâya uğramaz ise yolun
Göçtü kervan, kaldık dağlar başında.

Mesneviden ders aldım

MEVLANA GİBİ

Mesneviden ders aldım
Oldum Mevlana gibi
Uçsuz ummana daldım
Yüzdüm Mevlana gibi

Sağ elimi kaldırdım
Sol elimi daldırdım
Dilim kalbe indirdim
Döndüm Mevlana gibi

Yüceldim döne döne
Umudum hep o güne
Giderken o düğüne
Gülsem Mevlan gibi

Sağ elimi kaldırdım
Sol elimi daldırdım
Dilim kalbe indirdim
Döndüm Mevlana gibi

Hayranı der aşk versin
Şems gibi yoldaş versin
Canlar kemale ersin
Ersem Mevlana gibi

Sağ elimi kaldırdım
Sol elimi daldırdım
Dilim kalbe indirdim
Döndüm Mevlana gibi

ARAYU ARAYU

ARAYU ARAYU

Arayu arayu bulsam izini
İzinin tozuna sürsem yüzüm
Hak nasip eylese görsem yüzünü
Ya Muhammed canım arzular seni

Bir mübarek sefer olsada gitsem
Kabe yollarında kumlara bassam
Hak nasip eylese yüzünü görsem
Can Muhammed canım arzular seni

Cemal Kuru - Ey Yolcular

Cemal Kuru - Ey Yolcular

Ey yolcular ey yolcular
Yol Muhammed’in yoludur
Her bahçenin gülü kokmaz
Gül Muhammed’in gülüdür

Hani ninen hani deden
Aynı yere sen de giden
Doğru yolu tarif edem
Yol Muhammed’in yoludur

Bir gün olur sen de yanan
Malın mülkün olur talan
Cehennemden çekip alan
El Muhammed’in elidir

Sana nefsin olsun kölen
Böylelikle nefsin yenen
Medine şehrinde esen
Yel Muhammed’in yelidir

Sultanım

sultanım

gelemedim gözüm kaldı yollarda
çağır gelem dedim dedim ağladım
baykuş gibi tünedimde damlarda
hasretinden boyun büküp ağladım


sultanım acılarla selam saldım aldın mı
bu günahkar ümmetini bildinmi
gayri gelsin deyu ferman verdinmi


aşıkların sana gelir yollarda
öksüz gibi kaldım ben bu ellerde
rabbime yalvardım her sezdelerde
cok özledim dedim dedim ağladım

Hasan Dursun - Anneciğim

Anneciğim, kimi zaman umutsuzca seni ararım
Issız çölde serap misali hayalini yaşarım
Gözlerimde canlanır gülen gözlerin
Kulaklarımda çınlıyor sımsıcak sesin
Alışmak zor sensizliğe
Anne nerdesin, nerdesin anne.

Anneciğim, giriyorsun kimi zaman düşlerime
Yüzün solgun, tedirginsin, sakın beni düşünme
Ektiğin tohumlar bir bir yeşerdi anne
Öğütlerin fidan oldu boy verdi anne
Mekânın cennet olsun rahat uyu anne
Rahat uyu anne, rahat uyu anne.

Cemal Kuru - Kabrimin ilk Gecesi

Yer kazılır derin olur
Kazıldıkça serin olur
İçine giren kaybolur
Ah kabrimin ilk gecesi
Ah ölümün ilk gecesi
Kabir kurdu acı olur
Başlarının tacı olur
İlk gecesi acı olur
Ah kabrimin ilk gecesi
Ah ölümün ilk gecesi

İlk gecesi ilk gecesi
Ah kabrimin il gecesi
İlk gecesi İlk gecesi
Ah ölümün ilk gecesi
Sevdiklerim kabrim kazar
Baş taşımda adım yazar
Uyuyan dertlerim azar
Ah kabrimin ilk gecesi
Ah ölümün ilk gecesi
Kabir evler sıra sıra
Kara toprak kara kara
Karanlıkta ışık ara
Ah kabrimin ilk gecesi
Ah ölümün ilk gecesi

İlk gecesi ilk gecesi
Ah kabrimin il gecesi
İlk gecesi İlk gecesi
Ah ölümün ilk gecesi

Duman çıkmaz bacası yok
Kalkıp kazzam kapısı yok
İlk gecenin hesabı çok
Ah kabrimin ilk gecesi
Ah ölümün ilk gecesi
Bizim evler ıssız kalmış
Yavrularım öksüz kalmış
Sizlerden ayrılmak varmış
Ah kabrimin ilk gecesi
Ah ölümün ilk gecesi

İlk gecesi ilk gecesi
Ah kabrimin il gecesi
İlk gecesi İlk gecesi
Ah ölümün ilk gecesi

Ziyarete gelin gidin
Dua edin serin edin
Karanlığa ışık edin
Ah kabrimin ilk gecesi
Ah ölümün ilk gecesi

İlk gecesi ilk gecesi
Ah kabrimin il gecesi
İlk gecesi İlk gecesi
Ah ölümün ilk gecesi

Mail Oldum Bahçesinde Hurmaya

Mail Oldum Bahçesinde Hurmaya

Mâil oldum bahçesinde hurmaya
Takâtım kalmadı aslâ durmaya
Ol Medine Ravzasını görmeye
Görmeyince alma yârab cânımı.

Hak nasib eylese bizde varalım
Oçöllerin sâfâsını görelim
Ravzasın eşiğine yüzler sürelim
Sürmeyinci alma yârab cânımı

Hak nasib eylese çıksam mahfeye
Dolanı dolanı çıksam safâya
Hep hacılar ile dursam vakfeye
Durmayınca alma yârab cânımı

Aşık olan bû fâniyi neylesin
Sâlâtü selâmla gökler inlesin
Medine’ye varıp mesken eylesin
Varmayınca alma yârab cânımı

Ya Resûlallah

Ya Resûlallah

Arınmış bir ruhla Ravza’ya varsam,
Kubbe-i Hadra’yı yakından görsem,
Taş ve toprağına yüzümü sürsem:
Diyerek: Dahîlek yâ Rasûlallah

Ziyâret kasdiyle ulu serveri
Selâm kapısından girsem içeri,
Kemâl-i hürmetle varsam ileri:
Diyerek: Dahîlek yâ Rasûlallah

Huzuru Pâk’ine eğilsem-gitsem,
Bütün varlığımı onda eritsem,
Eriyen mum gibi tükenib bitsem:
Diyerek: Dahîlek yâ Rasûlallah

Müvâcehe’sinden dalsam huzurâ,
Arzetsem kalbimi Ebedî Nûr’a,
İmânım kemâlle erse şuûra:
Diyerek: Dahîlek yâ Rasûlallah

Mevlâm’a gönlümden uçsa dilekler,
Düâma hep âmin dese melekler,
Yansıtsa âhımı bütün felekler:
Diyerek: Dahîlek yâ Rasûlallah

Eşsiz Medîne’de edeble kalsam,
Bûy-u mânevîden bir şemme alsam,
Solmayan cemâlin seyrine dalsam:
Diyerek: Dahîlek yâ Rasûlallah

Muhammed Anadan Doğdu

Muhammed Anadan Doğdu

Muhammed anadan doğdu
Melekler tebriğe indi
Gönüller şaduman oldu
Can Muhammed nurdan Ahmed

Gördüm göbeği kesilmiş
Sünnet olmuş toz ekilmiş
Nurdan kundağa sarılmış
Can Muhammed nurdan Ahmed

Hakkın nikabı yüzünde
Kudret sürmesi gözünde
Gördüm melekler dizinde
Can Muhammed nurdan Ahmed

Dileriz Hak’tan inayet
Umarız senden şefaat
Son nefeste hem selamet
Can Muhammed nurdan Ahmed

Sana Hayrandır Efendim

Sana Hayrandır Efendim

Rûhum sana âşık, sana hayrandır Efendim,
Bir ben değil, âlem sana kurbandır Efendim.

Ecrâm ü felek, Levh u Kalem, mest-i nigâhın,
Dîdârına âşık Ulu Yezdândır Efendim.

Mahşerde nebîler bile senden medet ister,
Rahmet, diyen âlemlere, Rahmandır Efendim.

Kıtmîrinim ey Şâh-ı Rusül, koğma kapından,
Asilere lütfun, yüce fermândır Efendim..

Ta Arşa çıkar her gece âşıkların âhı,
Medheyleyen ahlâkın, Kur’ân’dır Efendim.

Aşkınla buhurdan gibi tütmekde bu kalbim,
Sensiz bana cennet bile hicrandır Efendim…

Dağ kalbime bir lâhzacık ey Nur-i dilârâ,
Nûrun ki; gönül derdime dermandır Efendim…

Ulvî de senin bağrı yanık âşık-ı zârın,
Feryâdı bütün âteş-i sûzandır Efendim…

Kalanlara Selam Olsun

Kalanlara Selam Olsun

Biz dünyadan gider olduk, kalanlara selam olsun,
Bizim için hayır dua, kılanlara selam olsun.

Ecel büke belimizi, söyletmeye dilimizi,
Hasta iken halimizi, soranlara selam olsun.

Tenim ortaya açıla, yakasız gömlek biçile
Bizi bir asan veçhile, yuyanlara selam olsun.

Sala verile kastımıza, gider olduk dostumuza
Namaz için üstümüze, duranlara selam olsun.

Derviş Yunus söyle sözü, yaş dolmuştur iki gözü,
Bilmeyen ne bilsin bizi, bilenlere selam olsun.

Alma Tenden Canımı

Alma tenden canımı
Aman Allah’ım aman
Görmeden cananımı
Aman Allah’ım aman

Aşıkım Muhammed’e
Ol Resüli emcede
Koyma bizi firkate
Aman Allah’ım aman

Bir kez yüzün göreyim
Payine yüz süreyim
Canım anda vereyim
Aman Allah’ım aman

Zareyleme işimi,
Zehreyleme aşımı
Dökme kanlı yaşımı
Aman Allah’ım aman

Eşref Ziya : Sevda Dedim

Sevda dedim bilir misin ?
Göze almak ölümü,
Sevda dedim öyle değil,
Hiçe saymak ömrü.

***

Sevda dedim terketmek,
Ana, baba, kardeşi,
Eşi, dostu, arkadaşı,
Yari, yareni.

***

Sevda dedim bilir misin ?
Vazgeçmek maldan, mülkden,
Sevda dedim öyle değil,
Değişmek dipten, kökten.

***

Sevda dedim terketmek,
Ana, baba, kardeşi,
Eşi, dostu, arkadaşı,
Yari, yareni.